8 Kasım 2007 Perşembe

MAHALLE BAKKALIMIZI GERİ İSTİYORUZ

Günümüzde artık, mahalle kavramı yok edilerek yerine birbirine sırtını dönmüş, yabancılaşmış, soğuk taş sütunlar halinde yan yana dizilmiş dikey binalardan oluşan siteler türetiliyor. Ne tarihi kent dokusu ne de ''SİT'' uygulamaları bu tür oluşumları önleyememektedir. Cumbalı evlerle çevrelenmiş o ''arnavutkaldırımlı'' sokaklar tarihin derinliklerinde kaybolup gittiler.

Bir iki eski sokakta, tek tük kalan o tahta (ahşap), yarı kambur, başı öne sarkmış, kışın bacasından ince belli dumanların eksik olmadığı konaklar da, son yangınlarla yok olup gittiler. Oysa onlar mahallemizi süsler, geniş avlulara açılan tarihi kapılarıyla, gül kokulu bahçeleriyle, fesleğenlerin sarktığı balkonlarından yüreklere insan sevgisini, insan sıcaklığını doldururlardı...

Bugünlerde ise mahallemizi süpermarketler istila etti. Bütün eski ve tarihsel yapılar birbiri ardına devrilerek yok edilip yerlerine kaba görüntülü dev kutular yapılıyor (inşa ediliyor). Süpermarket adı verilen bu yapılar, mahallemizde ne kadar kıskançlıkla korumak istediğimiz güzellik varsa yıkıp yok ediyor...

Bize birer tüketim tuzakları olarak kurulan bu süpermarketlerde, çılgınca tel arabaları tıka basa doldurmak için manyetik kartı kullanıyoruz. Bilmiyoruz ki bu alanlarda, konuşmayan, birbiriyle iletişim kuramayan, sessiz birer robota dönmekteyiz; ağzı kilitli tüketim köleleri durumuna dönüşmekteyiz!.. Birer tüketim sarhoşu olup gerekli gereksiz elimizi attığımız her şeyi arabaya doldurmaktayız... Satın alma tutkumuzun doyumuna yoğunlaşmaktayız. Buralarda ne bir dostumuzla, şöyle bir iki dakikalık söyleşi yapar, ne de birbirimizle karşılıklı saygı ve sevgi kurarız!..

Bütün yüzler gergin, borç batağına saplanmanın ezikliğiyle bankaların manyetik alanlarına zincirlenir, bir de üstüne üstlük kuyruklarda sıra için birbirimizi yediğimiz olur... Örümcek ağına düşen kelebekler gibi, yeni bir yaşam felsefesiyle bundan sonraki yaşamımız artık, taksit sarmalına takılı kalarak geçip gidecektir. Ülkemize gelen turistlere özenip duracağız; yurtdışına çıkmak bize hayal olacak... Güzel günlere ulaşmak bir düş olarak kalacak... Bizler, hep banka kuyruklarında borç ödemek için ayları, yılları ipe dizer gibi dizeceğiz. Kurtulmak için çabaladıkça yeni borçlara gömüleceğiz. Oysa, bize ''tüketim virüsü'' nün aşılandığının farkında değiliz!.. Dünyanın ''global devleri'' özenerek bezenerek, yıllarca kafa patlatarak, nice bilim adamını seferber ederek bu tuzakları bize hazırladılar.

Ceplerimizden nakit para çıkmadığı için, sanki bedava alıyormuşçasına ne gördüysek arabaya indiriyoruz. Canımızı yakan hesap kesim cetvelleri, posta kutusunda elimize geçtiğinde, kanımızın donduğunu, işte o an, bitmeyen ödemeler tuzağına düştüğümüzün ayırdına varırız. O tarihten sonra arabamızı eskisi kadar gelişigüzel, cesurca dolduramayız. Anlarız ki biz, tatlı bir düş evrenine çıkarılmışız, yaşantımıza ipotek konulmuş. İşin o kadar kolay olmadığı kafamıza dank ediverir. Sahte bir dünya önümüze konulmuş, sanal bir ortamda her istediğimize kavuşmamız istenmekte!.. Ama bütün paramıza ve gelecek zamanlarımıza zincir çekilmekte... Tutsak alınıp birer tüketim kölelerine dönüştürülmekteyiz. Artık bundan böyle kolay kolay istediğimizi alamayacağız, istediğimiz kadar harcayamayacağız. Alın terimiz, göz nurumuz ''kredi faizi'' ne akacak. Daha çok ''artı değerler'' üretip iliklerimize kadar sömürüleceğiz; ne geleceğimiz ve ne de çocuklarımızın yaşamı borç batağından kurtulabilecek. Hayatımız ipotek altına alınmış olarak yaşayacağız bu yeni ''manyetik'' dönemde... İşte, bu kartın bizi ne denli çekim alanında erittiğinin bilincine varıp ''mahalle bakkalımız'' ı geri istesek de bir anlamı kalmayacak. Modern toplum bu mu olmalı idi?.. Çağdaşlaşma bu mu? Milyonlarca insan, ''manyetik köleler'' şekline dönüştürülerek, tüketim tezgâhlarında sevgiden saygıdan uzaklaştırılarak sadece kredi harcaması yaptırılan robotlar haline mi dönüşmeliydi?.. Mahallemizin bakkalını, manavını, kasabını, öbür komşularımızı içine alıp yutuveren süpermarketler, bizim o eski güzel dostlarımızı işsiz bıraktınız, onlardan bizleri uzaklaştırdınız, bizim sevgi dolu, vefa dolu, o erişilmez dostluğumuzu yıkıp attınız!..

Mahallemizde, haftada bir kurulan semt pazarlarımız da şimdilerde tehlikede. Yavaş yavaş onlar da tarihe karışacak. Çünkü paramız kalmadı artık, ''manyetik yaşam'' la borca battık; oysa biz, pazaryerlerimizde nakit harcama yapar, onun için de borç nedir bilmezdik, ayağımızı yorganımıza göre uzatırdık. Kredili yaşam uzaktı buralara. Bu nedenle de bütçemiz denk, başımız dinç olurdu. Semt pazarlarında az alır, öz alırız. Sebzenin, meyvenin ederi (fiyatı) hiçbir zaman tek olmaz, daima bir esneklik, pazarlık payı bulunur; herkes daha ucuzunu birbirine haber verir; gerçek alışveriş yapar. İşte buna ''pazar ekonomisi'' denebilir ancak. Seçme hakkı ve çeşitlilik olur, onlarca kurulu tezgâhta hem daha ucuza alma olanağı ve hem de bir ürünün çok çeşidi bulunur. Pazarlık yapılarak oluşan bir ''pazar ekonomisi'' . Oysa süpermarket ekonomisi ''tekel'' yaratmakta... Seçme hakkı vermediği gibi seçenek de sunmamakta. Semt pazarlarında renkli bir hava oluşur, her tarafta konuşan, daha iyisine, ucuzuna çağrı yapan satıcı dostlarımız, yaşamı bizimle paylaşır, içimizden birileri gibidir, onlar. Mahallemizin bütün sakinleri orada buluşur, dostluklar sürer gider. Semt pazarlarında alışveriş, ''sosyal iletişim'' olgusuna dönüşür.

Yaşamın canlı renkleri tüm yüzlere yansır, yaşamdan canlı bir kesit çizilir buralarda. Mahallemizin bakkalı, manavı, kasabı, kundura tamircisi, berberi, kuruyemişçisi, kâğıt helvacısı, bozacısı, şıracısı artık yoksunuz?.. Uzun bir süredir geçmeyen yoğurtçular, sucular!.. Sizleri özlüyoruz. Şu tüketim tuzakları bir bir döşeniyor mahallemize.

Birkaç günde kuruluveren prefabrike marketler zinciri; çeşit çeşit, çekilişli, kuponlu her türlü göz boyamacılık... Ne pazarlık şansı var, ne de seçme olanağı!.. Standda, reyonda ne bulduysan onu alabiliyorsun. Optik okuyucular fişleri dolduruyor ve kredili yaşam oluşuyor. Oysa mahalle bakkalımızda pazarlık yapabiliyor, deftere yazdırabiliyor, hatta çok dar zamanlarımızda borç para bile alabiliyorduk. Onu yıllardır tanırdık; içimizden birisi gibi idi, o. Dertleşir, pahalılığı tartışır, siyasileri eleştirir, ahkâm keser, felsefe yapardık ara sıra da... Anlayacağınız yaşam mercek altına alınırdı bizim mahalle bakkalımızda. Bu süpermarketler dönemi ile bizim konuşmayan, gülmeyen sosyal birey olmaktan çıkmamız mı isteniyor?.. Kuzular gibi sıralarda ömür tüketmemiz mi öneriliyor?.. Sadece sandığa giren figürler mi olmamız amaçlanıyor?.. Parası olmayanın siyaset yapamadığı, siyasal parti kurmanın korkunç sermaye istediği bir demokrasi, sadece ''sandık demokrasisi'' , sür git devam mı edecek?.. Artık bütün bunları anlamamak için saf olmak gerekir. Bizlerin, sunulana rıza göstermemiz istenmekte. Ne alacağımıza, nasıl alacağımıza, nereden alacağımıza bizim adımıza karar verenler, işleri projelendirmekte, tuzakları döşemekte...

Bizleri birbirimize kazandıran, iki çift laf etmemizi sağlayan, yani düşünceyi keşfetmemize, felsefe yapmamıza ortam hazırlayan mahalle bakkalımızı geri istiyoruz!..

Hiç yorum yok: